Devamını Getir Oyunu, atölyemizdeki keyifli etkinliklerde sıklıkla oynadığımız bir oyun. Amacı yaratıcı düşünce gücünüzü geliştirmek ve hikaye kurgulama pratiklerinizi arttırmak. Eğlencesi de cabası.
Bir kaç ayrı formatı olmakla beraber genel işleyişi şöyle; oyunumuzun başında size verilen hikaye girizgahını devam ettirmeli ve hikayeyi kendi kaleminizin götürdüğü yere doğru sürüklemelisiniz. Elbette bunu yaparken kurgusal olarak mantık sınırını aşmadan, karakterler hakkında verilen ön bilgileri tutarlı şekilde kullanarak ve merak unsurunu hikayenin içinde tutarak yapmalısınız. Böylece oyundan beklenen performansı gösterebilir harika işler çıkarabilirsiniz.
Öyleyse bu oyunu tam da burada oynamaya ne dersiniz?
Aralık ayı etkinlik takvimimizin göz bebeği Hikaye Yazma Gecesi etkinliğimizde sunduğumuz hikaye başlangıcımızı devam ettirmek isterseniz yorumlarda buluşalım.
İşte yeni kahramanınız Mine ve onun sürprizlerle dolu hikayesi...
Mine'nin Hikayesi
Ufacık tefecikti Mine. 43 yaşında, 1.60 boylarında incecik bacaklı, hafif ayva göbekli, saçları omzunun biraz aşağısında kıvırcıkları boyadan yıpranmış, yüzü kemikli ama hatları yumuşak, ela gözlü ve minicik burunlu bir kadındı. Göbeği de eskiden yoktu oysa… Şu menopoz yaklaştıkça mıdır nedir vücudu da iyiden iyiye değişmeye, ruh halleri dönüşmeye başlamıştı.
İyi ki İsmet burada değildi bu dönem. Olsaydı Mine’nin bu modlardan mod beğenen ruh halini, iç sıkıntılarını, sıcak basmalarını hiç çekemezdi. Çekmemişti de zaten ya da çekemeyeceğini anlayıp da çekip gitmişti. Çok uzaklara. Taaa öteki dünyaya.
Bundan 12 sene önce bir Eylül sabahı yatağında uyurken öylece bırakmıştı Mine’yi İsmet. Tabii zor olmuştu Mine için. İlk aşkı ve en derin bağlılığı birden uçup gitmiş, hayatında büyük bir boşluk oluşmuştu. Zaten hep demezler miydi? İnsan ölenin arkasından kendi bencilliğine ağlardı. “Ben onsuz ne yaparım? Onu göremeden nasıl yaşarım?” diye hayıflanırdı. Yine ben vardı yani gidenin arkasındaki ilk ağıtlarda. Ah o insan ne kadar da bencildi oysa…
Yalnız yaşıyordu Mine. İsmet göçüp gittiğinden beri bu hiç değişmemişti. Arada gönül ilişkileri, birilerini tanıma denemeleri olmuştu tabii ama hiç biri de istediği gibi gitmemişti. Hem çok da yalnız sayılmam derdi hep içinden; tekir kedisi Düriye’nin başını okşar ve saksıdaki Fesleğeni Fırfırlı’ya ellerini sürterek mis kokusunu içine çeker, yıllanmış köşe koltuğunda saatler geçirirdi.
Eskiden böyle değildi tabii. Komşu semtte işlettiği o küçük kitap kafesi varken daha sosyal daha keyifli bir hayatı vardı. Her sabah hazırlanır, işine gider, dükkanını açar, kitaplarla dolu rafların tozunu alır, masaları şöyle bir hizaya sokar, kafenin küçük mutfağına geçer, meşhur elmalı kurabiyesini fırına verir ve taze demlediği çayından bir bardak kendine koyarken ilk müşterisinin gelmesini beklerdi.
Mahallenin uğrak mekanı, vazgeçilmez elmalı kurabiyelerin mimarıydı o. Ta ki şu meşhur kahve zinciri Delico Bucks dükkanının karşı köşesindeki kiralığa çıkan sanat galerisini tutup da restore ederek koca bir mağaza açana kadar…
Kahraman bakkal süpermarkete karşı gibi ilklerde ne yapmış etmiş direnmişti bu zincir canavara ama nihayetinde eti ne butu neydi? Dayanamamıştı işte. O bebeği gibi sevdiği kafesini kapatmış ve erken emekliliğe ayrılmak zorunda kalmıştı. O gün bugündür de loş evinin yıllanmış köşe koltuğu onun en yakın arkadaşı olmuştu.
Oya arardı bazen. Koltuğundan doğrulur, camı inceden kırılmış akıllı telefonunu eline alır yüzünü şöyle bir buruşturur ama yine de her defasında açardı o telefonu. Çünkü bilirdi, anlaşamasalar da onlar kardeşti ve et tırnaktan ayrılamazdı. Tekne kazıntısıydı Oya. Bir evin bir kızı gibi büyümesi, hafif şımarık halleri, uçarı kişiliğiyle birleştiğinde ona yarı anne yarı ablalık yapmış olan Mine’yi çokça deli ettiği olurdu. Aralarındaki 15 yaş farktı belki de birbirlerini bir türlü tam anlayamamalarının sebebi. Ama nihayetinde o Oya’ydı işte anneciğinin biricik emaneti.
O gün de tıpkı diğer günlerin aynısı gibi başlamış ve öyle devam etmekteydi Mine için. Evi toparlamış, market alışverişini yapmış, evine dönmüş. Düriye ile sohbetini etmiş ve Fırfırlı’nın mis kokusunu içine çekmişti ki telefonu çalmaya başladı. Kim olabilirdi ki? Oyaydı tabii ki…
Her zamanki gibi muhtemelen dört gün önce aniden karar verip çıktığı eşsiz kamp macerasında yaşadığı çılgınlıklardan bahsedecek ya da enerjisel boyutta fazlasıyla beğendiği yeni kişisel gelişim yazarının eşsiz gerçekliklerini anlatacaktı. Her ne anlatırsa anlatsın çok da fark etmiyordu nihayetinde Mine’yi çok da ilgilendirmeyecekti.
Telefonu yavaşça eline aldı, içinde bir yerde yatan, belki iki çalıştan sonra kapar, umudunun yaşattığı suçluluk duygusuyla biraz daha hızlanarak telefonu açtı.
Oya hiç de beklediği tonda ve klasik mutluluk boyutunda girmemişti konuşmaya. Daha çok biraz telaşlı, biraz heyecanlı gibiydi.
“Abla nasılsın abla?”
“İyiyim kuzum. Sen nasılsın? Asıl haberler sende… Günlerdir sesin çıkmadı. Merak ettim yine neler yaptın benden habersiz?”
“Abla Mardin’deyim ben.”
“Ne? Ne işin var kızım senin Mardin’de Temmuz’un ortasında?”
“Orasını boş ver şimdi. Bir şeyler oldu ve Mardin’e geldim. Abla noldu bil?”
“Noldu? Yere yumurta kırdın ve pişti mi? Bugün neye şaşırdın bakalım?”
“Abla hayatında bir kez beni ciddiye al ve dinle. Geziye geldiğim grupta bir adam var. Bartus Yataryan. Kişisel gelişim üstadı, aşk mühendisi.”
“Ne mühendisi, ne mühendisi?”
“Aşk mühendisi işte abla. Bir şirketi var. İnsanların özgeçmişlerine, hayat hikayelerine ve kişilik analizlerine göre ona uygun kişi ile tanıştırıyor.”
“Eee…”
“Ne eeesi abla? Kaç senedir yalnızsın sence bu kadar yalnızlık biraz fazla değil mi?”
Değil diyemedi… Bir şey oldu ve nutku tutuldu. Hatta basireti öyle bağlandı ki hiçbir şey diyemeden öylece kaldı.
“Hemen abla, hemen telefona veriyorum ve konuşuyorsun. Sonra da sana hayatının aşkını buluyoruz.”
Daha hayır demesine fırsat vermeden Bartus Yataryan’ın sesi tok bir Alo ile kulaklarında çınladı…
Ne yalnızlığı, ne aşkı, ne Bartu'su, ne Yanaryan'ıydı şimdi bu böyle…
Oysa onun istediği sadece Düriye ve Fırfırlı ile meşhur koltuğunda oturmaktı.
Ama olmadı…
Ertesi gün kendini Yataryan danışmanlık hizmetlerinin kapısında bulana dek bütün bu olanların gerçekliğini de çok idrak edemedi zaten.
Ama oradaydı işte bu telefon konuşmasının hemen ertesinde o plaza binasının gri camlı açılır kapısının önünde hayatını değiştirecek adımı atmak için bekliyordu…
Halbuki daha dün telefon ile görüşmüştü, hangi ara karar verip hangi ara buralara kadar gelmişti. Kendinden pek de emin olmasa da buradaydı işte. Kendisini, gireceği kapının arkasında neyin karşılayacağını bilmiyordu. Ama yine de hayatında belki birşeyler değişir, mutlu olurum belki umuduyla buralara kadar gelmişti. Kapıyı çaldı ve kapı aşk mühendisi, kişisel gelişim üstadı Bartus Yataryanın yardımcısı tarafından açıldı. Mine, Bartus Yataryan ile dün kardeşi Oya aracılığıyla tanıştığını ve bugün burada olduğunu söyledi. Yardımcı, evet Oya Hanım az önce aradı ve sizlerin geleceğini bildirdi. Kendisi de birazdan burada olacağını söyledi. Buyrun, hoşgeldiniz Mine Hanım diyerek içeri aldı. Mine, heyecanlı bir şekilde kapıdan içeri girdi. Yardımcı, Bartus Bey'in saat 10 gibi geleceğini, o gelinceye kadar bir şey içip içmeyeceğini sordu Mine'ye. Mine;…
Napıyorum dedi kendi kendine..
Oya nın aklına uymak da neyin nesiydi..
Ama bir ses daha çınladı peşi sıra; “yapma böyle, ne zaman bir yere zorla gittiğini düşünsen tahmin etmediğin kadar eğleniyorsun..ama korkuyorsun da yalnızlığını bölmekten..hazır alışmışken..
At bi adım hadi..en kötüsü yaptığın bu saçmalıktan mizah yapar evde seni bekleyen kedine çiçeğine anlatırsın..sizi bi ufak saçmalık için yalnız bıraktım diye başlarsın işte Oyanın aklına uyanın dönüş hikayesi de anca böyle olurdu diye..
Bu karmakarışık ruh haliyle istemsiz negatif bir enerji ile elini kapıya uzattı ve o ilk adımı attı; o esnada aklından tek geçen “ bu adımın diğerlerine benzemediği idi”
Aşk doktoru ile yüz yüze geldiğinde şaşakaldı bu olamazdı ..
Dünya ayağının altından kaymak gibiydi, başı dönmeye başladı..nasıl olurdu öleli 12…
Mine, kapıdaki yansımasını sarsan bir silüet ve sonra trafiğin uğultusu arasında Oya'nın bağırtılarını duyarak geriye baktı. "Neden? Neden bana, -her gün- bunu yapıyorsun? Bu lanet kapıda bulacağın bir şey yok! Gitti, bitti! Geri dönüşü yok! Sen bunu onayladın ve yaşadın. Yeter!" Boş gözlerle Oya'nın uzattığı ekrana baktı, işte kendisiydi. İşte o oda! Elektrikli sandalyevari koltukta oturmuş, Yataryan bilmem bir şey danışmanlık uzmanlarının zihnine yapacaklarına kendi iradesiyle izin verdiği... Sesli, görüntülü ve ıslak imzalı sözleşmeler!
Birden, son saniyede açılmasa çarpacağı cam kapıya koştu... Merdivenlerde haykırıyordu; "İçimden bir şey aldınız! Sanki tırnaklarımı söktünüz! Orda bir şey vardı biliyorum, şimdi sızlıyor, kanıyor. Saçma sapan bu adamların yüzlerini seçemiyorum bile, hep önlerinde tanımadığım aynı sima var! Kimi aldınız? O odada mı? Nerede? Neden? Neden?"
Oya sanki ablasının içini okumus tu sanki onu mutlu etmek için seneler önce gördüğünü arayıp bulması gibiydi mutluluğunu gizleyemedi Mine buluşup konuştular ikiside birbirini bilmiyor gibi davranması ne kadar sürecekti hangisi önce bahsedecek ti ikiside birbirinden bekliyordu
Oya ablasının dönmesini sabırsızlıkla bekliyordu ,Mine pek belli etmese de Oya ablasının mutluluğunu gözlemliyordu çünkü gözlerindeki parıltı Oya nın gözùn den kacmiyordu
Ablasına nasıl diye sorduğunda
evet iyi biri dedi geçti çok birşey anlatmadı ,,günler günleri kovaladı Mine oya ya çok zaman ayirmayip hep gecistiriyordu görüşse de görüşmedim gibi kaçamak cevaplar veriyordu
Oya çok merak ediyordu ablasını izlemeyi düşündü ,
Ablasının mutlu olduğunu görünce çok sevindi elele ,diz dize sarmaş dolaş dolaştığını görünce bir anlam veremedi bana neden söylemiyor oysa ben onun …
İçeri girip girmemekte kararsız kaldı. Bir adım attı ve geri çekildi. “yok yok olmayacak, hem zaten Oya’nın aklına uyup neden geldim ki buraya?” diye düşündü. “Bir şans versem mi acaba?” diye tekrar düşündü. “En iyisi ben döneyim. Demek ki hazır değilim aşka falan. Ah Oya ah! Nerden soktun aklıma bunları?” diye düşünerek plazanın kapısından geri döndü.
Yolda gelirken bir kahveci görmüştü. Mis gibi de kokular gelmişti burnuna “Gideyim de orda taze bir kahve içeyim en iyisi” diye düşünerek kahvecinin önüne geldi. Daha kapıyı aralamadan “Oh mis gibi kahve kokusu. Ne iyi ettim de gitmedim oraya. Şimdi bir kahve içerim kendime gelirim.” Kahvesini sipariş verdi ve boş olan tek bir masa vardı oraya oturdu. Paltosunu çıkardı. Telefonu çaldı. Yine…